Murat ÇAKIR


Çok Gezen mi Bilir, Çok Okuyan mı?

Çok Gezen mi Bilir, Çok Okuyan mı?




Bilirsiniz, “çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” Diye bir soru vardır.

Nedense çocukluğumdan bu yana bu soruya hep “çok okuyan bilir” diye cevap verirdim.
Ancak son birkaç yıldır artık bu soruya verdiğim cevap “Çok gezen daha iyi bilir, daha doğru bilir.” oldu.

Sadece bilmek yetmiyor, başkasının gözüyle okunanlar da yetmiyormuş.

Gezdikçe işin iç yüzünü, insanların da iki yüzünü daha iyi biliyor daha iyi görüyorsunuz.
En azından maddiyatın devreye girdiği yerlerde manevi duyguların varlığını unutup değişen insanları bilmek tanımak için okumak yetmezmiş.

Kişiliklerini tanımak adına kendileri ile bir bardak çay içmek, onlar hakkında bir kitap okumaktan daha fazla bilgi sahibi olmanızı sağlıyormuş.

Sizi görünce göstermelik bir merhaba ile neredeyse el etek öperken arkanızı döndüğünüzde fırıldak misali dönen bu insanlar, görünüşüyle eskilerin değimiyle babaeğit, sözünün eri görünen ancak kaypaklığı ile dünyaya nam salabilecek bu insanları siz bir kitaba sığdırabilir misiniz?

Yâda hangi kitaba sığdırabilirsiniz?
           
            ***   

Anlatacak sözünüz yoksa “üzgünüm siz bir hiçsiniz”

Tabi ki herkesi aynı kefeye koymak doğru olmaz ancak, öyle şahsiyetler tanıdık ki değil yönetici adama 3 tavuk emanet edemezsin. Adama yönetici demek için bin şahit lazım…
Kendini ifade edemeyen adamdan, kurum yâda temsil ettiği yerin sözcüsü olmasını beklemek daha büyük bir aptallık olsa gerek.
Ahbap çavuş ilişkileri ile göreve getirilen liyakatsiz kişilerin görevlerini yeterli düzeyde algılamalarını beklemek, amaçlarına uygun çalışmalarda bulunup, proje geliştirmelerini beklemek büyük bir yanılgıdır.

Bölgemizde sermaye sıkıntısı yok, bölgemizde teknoloji sıkıntısı da yok, ancak bölgemizde kalifiye iş gücü. Liyakatli insan sıkıntısı var…

Bir iş yerinde gözlerini saatten ayırmayıp, saatin 17:00 olmasını bekleyen yöneticiler olduğu sürece, bir iş yerinde aman kimse bana karışmasın bugünde mıymıntı mıymıntı oturayım diyen yöneticiler olduğu sürece, bir iş yerinde proje geliştirip riske girmek yerine, firmasını ya da kurumunu ön planda tutmak yerine suya sabuna dokunmadan gün bitirmek isteyen yöneticiler olduğu sürece bu bölgede geri kalmışlık devam edecektir.

Patronun riske girmediği bir alanda işçi neden riske girsin, neden ucuz kahramanlık yapsın?
Bu yüzden sermayenin başında bulunan yöneticilerin insani özelliklerinin yanında idealist, geniş düşünebilen, ekonomiye yön verebilecek derecede bilgi ve birikime sahip olan kişiler olmak zorundadır.
Bizim ülkemize has bir özellik vardır

Bilirsiniz, bazı bölgeler de bir ürünü ile ön plana çıkmış iş yerlerimizin camların da  “Başka yerde şubemiz yoktur” yazı ibaresi ile sık sık karşılaşırsınız.
İşte bu dar düşünmenin cama yansımasıdır.

Bizler yıllarca böyle düşündük, yâda böyle düşündürüldük. Bu yüzden benim hacı babamın meşhur kebabı hep dört duvar arasında kaldı. Ancak el âlemin hamburgeri dünya pazarında milyonlarca şube açtı ve dünya sermayesini eline geçirdi.

Bu yüzden bizim liyakatli, ileri görüşlü ve kendini ve temsil ettiğini ifade edebilen ve dünyaya açılmayı kendine hedef edinen yöneticilere ihtiyacımız var.
Yok ben böyleyim diye düşünüyorsanız, kusura bakmayın siz koskoca varlıklar arasında bir hiç olmayı zaten göze almış demeksiniz.
           
            ***

Bir garip emir komuta zinciri

İsmini şu an değil ancak daha sonra sizler ile paylaşacağım, büyük bir ilimizden ‘Doğunun Markaları’ Gazetemizde yayınlanmak üzere turizm ile ilgili bilgi istenildi.

Bu konu ile alakalı olarak da ilin en büyük mülki amiri olan ilgili ilin Valisi bilgilendirildi.  Ancak Gelin görün ki Vali Bey, Vali yardımcısını görevlendirdi, Vali yardımcısı Turizm il müdürünü görevlendirdi, Turizm il müdürü bünyesindeki Şube Müdürünü görevlendirdi, Şube Müdürü ilgili birim Şefini görevlendirdi, Şef kendisine bağlı elemanı görevlendirdi. İlgili elemanda geçen yıl yapılan bir haberin aynısını gönderdi.
Ve Sonuç olarak bu müthiş koordinasyon sonucu elimize koskoca bir hiç ulaştı.
İlini, kültürünü, turizmini taaa… Amerikalarda tanıtmaya gayretinde olan bir ilin kendisini kendisine anlatmada problem yaşaması bu tanıtımda ne kadar samimi olunduğunun bir göstergesi olarak algılanabilir mi?

Aslında aklıma buradaki emir komuta zincirinin hak ettiği çok güzel bir atasözü geldi ama neyse ki burada yazmaya terbiyemiz el vermez.

Bir başka örnek

Yine doğu illerimizde görev yapan Turizm il müdürlerimizden birinden hiç bir ücret talep edilmeksizin illerinin turizm potansiyelini anlatan bilgi ve doküman istenildi.
Müdür bey bir zarf içine sığdırır CD’yi gazetemize “ücret karşı taraftan ödenmek şartı ile” kargolar. CD müdür beye aynen geri gönderilir. 7.5 TL ücret ödemekten kaçınan müdür bey 15 TL öder.

Ve pişkin pişkin arar niye ödemeli almadınız 7,5 TL yok muydu? Diye. Üstüne bir de hakaret “kimlerden ne paralar almışsınızdır Allah bilir” diye.

Müdürün basiretsizliğine mi yanalım? İli 7,5 TL’lik müdüre emanet ettikleri için o ilin halkına mı?

Şimdi suç kimde?

Bence, Suç ne o bozuk emir komuta zincirinde ne de 7,5 TL’lik müdürde, suç bizde. Böyle bir liyakatsiz sistemden bilgi beklemek, 7,5 TL’lik Müdürlerden hizmet beklemek başlı başına bir suç.

Daha ne örnekler var, gelecek yazıda inşallah…