19. asır, bilim, sanayi, makineleşme ile insanın daha iyiye gideceğini düşünüyor, hatta artık makinalar iş yapacağı için, insanın kendi şahsi tekâmülü için daha çok zaman kalacağını müjdeliyordu. Ve müjdelerle 20. Asra girildi. Ancak 19. asırda, Marksist, Freudçu ve Darvinizm’in insan tanımları insanı klasik tanımlarından uzaklaştıran tanımlardı da.
Bir anlamda Marks, Kapitalizme karşı tezler üretirken, aslında Kapitalizmin unuttuğu insan faktörünü kendi de kurmak sisteme içinde düşünmeden, bireysel sermayelerin, devlete sermaye olmasıyla adil dünya olacağının düşünmüş, üretim ve dağıtım mekanizmaları arasında kadının da paylaşım alanında olduğunu düşünmüş ve tarihteki çatışmanın emek-sermaye formülünde, ezen-ezilen ekseninde gelişmesine değinirken, yeni zulümlerin aralanmasına kendi sisteminde kapı aralamıştı.
Darvin’den gelen anlayışta ise, insanın bildik, tarihsel, kâinatın baş tacı statüsü bittiği gibi, hayvan âlemindeki güç ve yaşam dengesini doğal bulduğu kadar, kültürel varlık olan insan için de geçerliğini vurgulamıştı. Freud, insanın bu doğrultudaki tanımlarına katılmakla beraber, bir de insandaki şuurun aslında şuuraltı olduğunu dile getirerek, 1936’da bazı fikirleri değişse de, insanın “doğal” unsurlarıyla insan kalmasında yanaydı. Belki tüm hayatını “doğal” saydığı, Süper EGO’ya karşı duran İD’le özdeş görmüştü. Kastı, “fıtrat” değildi; doğaydı.Bilim ve sanayileşme bu doğa algısının neticesinde, doğal sayılabilecek katliamları, soykırımları beraberinde getirdi. Birinci Dünya, Savaşı, İkinci Dünya Savaşı derken aralara serpiştirilen yüzlerce irili ufaklı savaş bir anlamda Darvinizm’in, Freudçuluğu “doğa” algılarının saha uygulamaları oldu. Öyle ya, güçlü olan yaşardı ve gücü yetenin gücü doğal sonuçları kabul ettirirdi.
Bosna-Hersek’te Boşnakların katledilmelerinin arkasında yatan da aslında bu anlayışın devamıydı. 200.000’den fazla Boşnak kısmen Hırvatların, ama çoğunluğu Bosna’da beraber asırlarca yaşadığı Bosna Sırplarının soykırım kurbanı olurken, AB ve dünya kamuoyu, Darvinizm’in bu yeni uygulama sahasını izliyor, belki de bilimsel deneylerin Doğu Avrupa’daki “öteki” deneklerinin gücünü sınıyorlardı. O yüzden olacak ki, yıllarca süren Bosnak katliamı, belki Hollywood’un Testere gibi filmlerine taş çıkartacak gerçeklik ve serilikte izlendi. İzleyenler, Bosna’da soykırımı kendi içinde ele almak yerine, Nazi Almanya’sının soykırıma tabi tuttuğu ve her nasılsa, yeni araştırma ve bulgu olmamasına rağmen her yıl sayıları yüzbinlerce artan (en son 9 milyondu) Holocaust kurbanlarına bir kere daha üzüldüler. Hani zaten, ölü evine giden, kendi sabık ölülerine ağlardı. Öyleydi.
Yugoslavya’nın Dağılması
Nasılsa, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Josip Tito'nun liderliğinde kurulan komünist Yugoslav Devleti 3 değişik din (Ortodoksluk, Katoliklik ve İslâm) ve çok sayıda etnik grubu (Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut, Sloven, Makedon) bir araya getiren bir ülkeydi. 1980 yılında Tito'nun ölümü ve 1990 yılında bu bloğun parçalanmaya başlamasıyla farklı etnik grupları Yugoslavya içinde bir arada tutmak imkânsız hâle geldi. 25 Haziran 1991'de Slovenya ve Hırvatistan, Almanya ve İtalya′nın desteklemesi ile bağımsızlıklarını ilan ettiler. Eylül 1991'de de Makedonya bağımsızlığını ilan etti. Şubat-Mart 1992'de Bosna-Hersek Devleti ülke çapında bağımsızlık ilan edilmesi konusunda bir referandum yaptı. Bosnalı Sırpların çoğunun boykot ettiği bu referandum bağımsızlığın kabul edilmesiyle sonuçlandı. 5 Nisan 1992'de Bosna-Hersek Cumhuriyeti hükümeti bağımsızlığını ilan etti.6 Nisan'da da ABD ve Avrupa ülkeleri Bosna-Hersek'in bağımsızlığını tanımışlardı. O halde, seyir yeni başlıyordu.
Konum itibariyle Sırplar en güçlü aktörü ifade ediyordu. Bağımsızlığın anayurtları olan Sırbistan'dan kendilerini koparacağını düşünen ve “Büyük Sırbistan” hayalleri olan Bosnalı Sırplar, Sırbistan'dan aldıkları askeri yardımlarla Bosna'da bir Sırp Cumhuriyeti kurduklarını ilan ettiler. Kendi bölgelerinde bulunan Müslüman (Boşnaklar) ve Katoliklerden (Hırvatlar) bu bölgeyi terk etmelerini istediler. Bunu hızlandırmak içinse, özellikle dehşet yaratarak halkın dayanma gücünü kırmak, insanları bölgeden derhal uzaklaştırmak için insanlık dışı uygulamalara yöneldiler. Bu Darvinizm’in yeni laboratuvarı olarak Bosna’yı, denek olarak da Boşnakları devreye sokmak anlamına geliyordu. Ve Boşnakları “Türk” diye bilirler, onları hakaret olarak “Türk” diye çağırırlardı.
Yugoslavya, dağılmadan önce dünyanın en güçlü ordularından birine sahipti ve dağılma sonrasında bu askeri güç, Sırpların eline geçmişti. Ve dünya Sırpların en büyük moral gücü bu askeri güç, arkasında tahrik ve tahkim eden Sırbistan ve Rusya, daha da arkasında tarihten gelen Ödipal kompleksleri vardı… Ve ilk katliamlar başladığında350 Bosnalı Müslüman, Sırp paramiliter ve özel polis güçleri tarafından ölümcül işkenceye tabi tutularak icra edilmişti. Nasılsa, bu yaşananlar hakkındaki bilgiler, ancak aylar sonra katliam sırasında çekilen görüntülerin yayınlanması ile anlaşıldı. Sonrasında bu katliamlar soykırıma dönüşmüş ve Darvinizm’in uygulaması başarılı sonuçlar vermişti.
1992-1998 yılları arasında, yüzbinlerce Boşnak’ın soykırıma tabi tutulduğu bu “savaş hali” yaşanırken lider olarak, Doğu’dan Batı’dan haberdar olan, Doğu-Batı Arasında İslâm kitabını yazmış olan, sonra da Batı’nın duyarsızlığı, Doğu’nu umarsızlığı ve acizliği arasında kalan Bosna’nın lideri Aliya İzetbegoviç vardı. Ve İzetbegoviç kral değildi, ama tam bir bilgeydi. Hayatın içinden süzülen, kitapların sayfalarında demlenen, zindanlarda metanet testlerinden geçen İzetbegoviç. Bilgeydi, ama hiçbir zaman “kral” olmamıştı. Ne tabiatı, ne de şartları buna müsait değildi zaten. Türbesi kadar mütevazı bir hayatı ömür boyunca yaşamıştı.Yüzbinlerce kardeşi soykırım kurbanı olurken çırpınmış, daha fazla kan akmaması için istemeyerek de olsa, naçar Dayton Anlaşmasını da imzalamıştı. Hatta bu yüzden, yıllar sonra ülkesine zarar verdiği, kazanılmaya yüz tutulan bir savaş halini Dayton Anlaşmasına imza koyarak, Sırpların elini güçlendirdiği ithamlarına da maruz kalacaktı. Hâsılı, Osmanlı sonrası, Yugoslavya sonrası oturmayan pek çok şey gibi, anlaşmalar da bu bölgede yeni anlaşmazlıkların ateşleme roketi olurdu. Ama en azından, Boşnak tarafında, soykırım, savaş suçları, tecavüzler ve insanlığa karşı her türlü suçun işlendiği sürecin hukuk nezdinde hesabının sorulması beklentisi vardı. Olmadı.
Kararsız bir Mahkeme Kararı: Karadzic Vakası
Bosna’daki soykırım dünyanın gözleri önünce cereyan etmişti. Dolayısıyla soykırımın ispat edilmesi, alfabenin ilk üç harfinin ABC olduğunu ispat etmek çabası kadar anlamsızdı aslında. Ancak Darvinizm’in soykırım sonrası boyutları da gizli açık güç savaşlarının arenası olarak Lahey’de tecelli etti. Bosnalı Sırp Soykırımcı ya da “kasap” olarak anılan Karadzic, 1992-1998 yılları arasında 100 binlerce kişinin hayatına mâl olan, 4 milyon Bosnalının evsiz kalmasına yol açan savaştaki rolü nedeniyle savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım ile suçlanıyordu. Savaştan sonra 13 yıl kaçmış, sonunda 2008 yılında Belgrad'da yakalanmış ve yargı önüne çıkarılmıştı. Her nasılsa o zamana bulunamayan Karadzic, bilinmez hesapların sonucunda açığa verilmişti. ÜstelikBosna'daki savaşta Sırpların yaptığı soykırım, katliam, etnik temizlik ve tecavüzlerden sorumlu tutulan Karadzic hakkında 1995 yılında yakalama kararı çıkarılmış, uzun yıllar sahte kimlikle Belgrad'da yaşamıştı 2008 yılı temmuz ayında yakalanmıştı.
Srebrenica Soykırımı'nın sorumlularından Ordu Komutanı Ratko Mladic de, işlediği soykırım ve savaş suçlarından dolayı 16 yıl aranmış, Sırbistan'da olduğuna dair ciddi kanıtlar olmasına rağmen korunan en sonunda 16 Mayıs 2011'de yakalanmıştı. Bosna'daki savaş sırasında, BM'nin güvenli bölge ilan ettiği Srebrenica, 11 Temmuz 1995'te Ratko Miladiç'e bağlı Sırp birlikleri tarafından işgal edilmiş, İşgal üzerine BM bünyesindeki Hollandalı askerlere sığınan sivil Boşnaklar, Sırplara teslim edilmişti. Bu aşamadan önce, “güvenli bölgeye” alındıkları için, Boşnaklar çakılarına her şeyi Hollandalı askerlere teslim etmişlerdi. Sırplar işkence ve soykırıma tabi tuttukları Boşnakları ülkedeki çeşitli toplu mezarlara gömmüşlerdi. Soykırımda katledilenlerin bir kısmının cesedine bugüne kadar hâlâ ulaşılmaya çalışılmaktadır. Ve bunları esas komuta sorumlusu Karadzic idi.
Lahey’dekisavaş suçları mahkemesi yıllarca devam etti. Bosna'daki savaşta ülkedeki Sırpların siyasi liderliğini üstlenen ve 'Bosna Kasabı' olarak bilinen Radovan Karadzic, 11 ayrı suçtan yargılandığı davada 10'undan suçlu bulunarak 40 yıl hapis cezasına çarptırıldı.Hollanda Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi yargıçları, Bosnalı Sırpların eski lideri Radovan Karadzic ile ilgili kararını açıkladığında, ortaya çıkan sonuç aslında, sırf Srebrenica soykırımında şehit edilenleri düşünürsek, katledilen kişi başına bir buçuk günü, Bosna’da katledilenlerin tamamı için düşünülürse de kabaca kişi başına bir buçuk saat hapis yatması anlamına gelmektedir. Yargıçlar, Karadzic’i soykırım ve insanlığa karşı suçtan mahkûm etti, ancak soykırım yeri olarak sadece Srebrenica’yı kabul etmişlerdi. Belki de orada Hollanda askerlerini koruyan, Boşnakların Sırplara resmen teslim edilmelerini, hatta Hollandalı komutanın Sırp komutanla şampanya tokuşturduğunu unutturmak için Srebrenica davada esas alınmış, ama soykırım yapılan diğer bölgelerde “delil yetersizliğinden” dolayı cezaya hükmetmemişti Hollandalı yargıçlar.
Savcılık, Srebrenica'nın yanı sıra en az 6 büyük ilde Müslüman ve Hırvat nüfusun katledilmesinden, bu kimselerin özel mülklerinin yok edilmesinden, camiler de dâhil olmak üzere birçok dini ve kültürel yapının imha edilmesinden, başkent Saraybosna'daki sivil halka yönelik özellikle keskin nişancıların gerçekleştirdiği cinayetlerden ve şehre yönelik havan topu saldırılarından da Karadzic’i sorumlu tutuyordu. Ancak nasılsa “delil yetersizliği” engel olmuştu.
Srebrenica Katliamında öldürülenlerin kesin sayısı bilinmemekle birlikteBoşnak hükümetinin raporunda ise 8.374'den fazla olarak gösterilmektedir. Şimdiye kadar Srebrenica etrafında 42 toplu mezar bulunmuş ve uzmanlara göre 22 bölgede daha toplu mezar olduğunu tahmin edilmektedir. Şimdiye kadar 2.070 kurbanın kesin kimlik tespiti yapılırken 7.000'den fazla ceset torbasında ise parçalanmış ceset parçaları kesin kimlik tespiti için bekletilmektedir. Cesetler toplu mezarlara atılırken parçalandığı için kimlik tespiti güçlükle yürütülmektedir. Ayrıca Sırplar katliamı gizlemek için bazı cesetleri ilk gömüldükleri toplu mezarlardan çıkarıp başka yerlere tekrar gömdüklerinden katliamla ilgili deliller bozulmuş ya da yok olmuştur.
1992-1995 arasında Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre, Bosna-Hersek'te 312.000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu kayıpların 200.000 kadarı Boşnak halkına ait olup Bosnalılar, dünyanın gözü önünde ve Avrupa'nın göbeğinde sistematik bir soykırıma tâbî tutulmuştur. Sadece Srebrenica'da olanlar hakkında elle tutulur delillerin varlığı söz konusu olsa da çok yakın tarihte gerçekleşen soykırımı aydınlatmaya yetmemektedir. Üstelik Bosna’daki Sırp Cumhuriyet’in bizzat sunduğu rakamlar bile katliamları, sadece Srebrenica için 8000 civarında ifade etmiştir. Karardaki kilit noktalara ayrı bir yer ayıran bazı gazeteler, Karadzic'in Srebrenica'daki soykırımdan suçlu bulunduğunu ancak iddianamenin ilk maddesinde yer alan Foça, Kljuc, Prijedor, Sanski Most, Vlasenica ve Zvornik'te de soykırım yapıldığına hükmedilmediğini vurguladı.
Kırk Katır mı, Kırk Satır mı?
Bütün bunları dahası da var aslında. Hani ölümü gösterip felce razı etmek tarzında çıkan bu kararın arka planında başka garabetler de var. Eski Yugoslavya'da işlenen savaş suçları için Boşnaklar, ilk kez BM'nin en üst mahkemesi sayılan Lahey Adalet Divanı'na Srebrenica Katliamından çok daha önce 1993 yılında müracaat ettiler. Mahkemenin başvuru karşısındaki tek tavrı, soykırımın önlenmesi için taraflara yapılan çağrıyı açıklamak olmuştur. Boşnakların ikinci başvurusu ise 2003 tarihinde yapıldı. Başvuruyu değerlendiren Lahey yargıçları bir senelik bir sürecin ardından 26 Şubat 2007'de beklenen kararı açıkladı. Mahkemenin aldığı kararlar özetle şu şekildeydi:
1. Mevcut uluslararası hukuka göre sorumluğu bulunan kişi ve kurumlarıyla Sırbistan soykırım yapmamıştır,
2. Sırbistan, soykırım işlemek için plân yapmamış, soykırım eylemini kışkırtmamıştır,Sırbistan, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi'ne göre yükümlülüklerini ihlâl ederek soykırıma iştirak etmemiştir,
3. 1995 Temmuzunda Srebrenica'da meydana gelen soykırım konusunda Sırbistan, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi'ne göre soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal etmiştir,
4. Sırbistan, Ratko Mladiç'in soykırım ve soykırıma iştirak suçlamaları nedeniyle yargılanacağı Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne teslim edilmemesi ve mahkemeyle tam bir işbirliği yapmaması nedeniyle BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi'ne göre yükümlülüklerini ihlal etmiştir…
5. Vs.vs.vs.vs.vs.vs…
Hâsılı Lahey Savaş Suçları Mahkemesi, işlenen soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar karşılığında, suç ve ceza dengesini değil, siyasi hatta stratejik dengeleri esas almıştır. Mahkemenin yıllarca süren gecikmiş adalet tecellisi, şişi de kebabı da yakmama esasına işlediği gibi, Boşnaklara önceleri ölümü gösterip daha sonra da felce razı etmiş, bir yandan malumu ilam etmenin hukuki bir zafer gibi sunulması sağlamış, öte yandan, cezanın komik boyutları ve Karadzic’in şahsi inisiyatifiyle soykırım yapılmışçasına Sırbistan’ın soykırımdan aklanmasını temin etmiş, üstelik bir temyiz yolunu da açık bırakarak, muhtemel AB-Rusya dengelerini gözetmiş, adil mahkeme kararından çok, müzayede görünümü vermiştir. Soykırımı tanımasına rağmen, soykırımın sadece bir yerde ve sekiz bin insanla sınırlı olduğunu ifade ile 200.000’den fazla Boşnak’ın katlini görmezden gelmiştir. Dahası, zaten, her haliyle en azına bile razı olan Boşnaklar, bu kararı maslahat icabı, siyaseten başarı olarak yansıtmıştır. Çünkü yılların getirdiği duygusal ve siyasal yeniklik, insanları en azına razı olmayı yaşam şekli, travmaları da sorunları halı altına süpürmek, hafıza adreslerine süpürerek yaşamak olarak içselleştirmiştir.
AB’nin siyasal olarak önemi, hukuki ağırlığının ne olduğu da bu ve benzeri mahkeme kararlarında kendini açıkça göstermektedir. AB, aslında, BM gibi, iflas etmişliğini bu kararın arkasındaki dengeci mantığıyla ifade etmiştir. Artık AB’nin parçası olan Sırbistan’ın, Almanya ya da AB’den uzaklaşması en çok Rusya’nın işine gelecektir. Rusya’nın da ne dengeler peşinde olduğu ise, Suriye ve Ukrayna’daki tavrından belli olmaktadır. Görüldüğü gibi, Darvinizm sadece savaş şartlarında değil, hukuk mekanizmalarında da varlığını en güçlü şekilde ortaya koymaktadır. Bunun özeti de “doğal” şartların kültürel ve hukuki şartlara uyarlanmasıdır. Medeniyet ve hukuk namına ne varsa, hepsinin inkârı anlamına gelse de.