Van ve Bitlis arasında 2 bin 234 rakımlı bir geçit vardır. Bu iki şehir arasında kara yolculuğu yapanlar Kuskunkıran adlı geçidi iyi bilir. Şehirlerden önce ilçeleri ayırır; Gevaş ve Tatvan'ı…
Bu geçit, aynı zamanda binlerce insanı sevdiklerinden ayırmıştır bugüne değin.
Kuskunkıran oldukça diktir. Keskin ve acımasız virajları vardır.
Buradan hızlı geçmek, öyle her şoförün haddi değildir. Ben doğdum doğalı bu bölgede bir tünel yapılacağı hikâyesi vardı. İlk kez bu hükümet döneminde ciddi bir adım atıldı.
2 bin 100 metrelik tünelin önce 2005, sonra 2007, sonra 2010 tarihinde biteceği söylendi. Bu tünel çok uzun yıllar bitmedi ve o geçitten ölümlü kazalar olmaya devam etti.
Peki, niçin uzun süre bitmedi?
Kalbinde Allah korkusu olmayanlarla çalışıldığı için…
O müteahhitler ki, günahkârdır. Onlara nasihat etmek, pek kâr etmez. Musibet gerek onlara…
*****
Tatvan'dan Gevaş istikametine doğru yol alırsanız, geçidin hemen aşağısında bir köy görürsünüz. Babamın doğduğu, benimse birkaç kez gittiğim bu köyde, kalbinde Allah korkusu olmayan bir soyguncunun işlediği günahlar, günümüze dek anlatıla gelmiştir.
Kuskunkıran Geçidi'nin en acımasız ve can alma dönemi, kış mevsimidir. Eskiden yollar daha dar, keskin virajlar ise daha çoktu. Araç sayısının oldukça az olduğu 1990'lı yıllarda, kaza yapan araçlara ilk ulaşan ise, aşağı köyde günahkâr lakaplı bir soyguncuydu. Kaza yapan araca yanaşıp, çoğunlukla ölen şoför ve yolcuların paralarını veya ziynetlerini çalan bu günahkâr, şüphe çekmemek için yardım bile çağırmazmış.
Aynı köydeki vatandaşlar ise, günahkârın aksine kaza yapan araçtakilerin yardımına koşarlarmış.
Yaralı vatandaşlar kendilerine geldiklerinde, köydeki sakinlere bir şahıs tarafından soyulduklarını anlatırmış. Köylülerin şüphelendikleri tek kişi varmış, o da günahkâr…
Günahkâra yönelik 'yapma, etme' nasihatleri kâr etmezmiş. Ta ki 96-97 yıllarındaki musibete dek:
Hava buz kesiyor. Köy kar altında. Dondurucu soğuklardan dolayı, çevrede bir köpek bile yok. Asfalt beyaza boyanmış. Göl görünmese de, rüzgârını yolluyor. Kuskunkıran'ın hemen aşağısında günahkâr dolaşıyor. Muhtemelen kaza yapacak araç bekliyor.
Elleri cebinde, parkasına sarılmış, kesik kesik soluyor. Yaklaşık iki saattir beklemesine rağmen tek bir araca bile rastlamamış.
Biraz ısınmak için köye yöneldiği esnada, av kokusu hissetmiş. İki dakika sonra bir kamyon belirmiş.
Ve kaza anı…
Günahkâr, yukarıdan aşağı yuvarlanan parçalanmış araca yaklaşıyor. Emniyet kemeri takan şoför, araçta kanlar içinde. Cesetlere alışan günahkâr, şoförün ceplerini yokluyor. Üç-beş kuruşu kendi cebine indiriyor. Sonra adamın kolundaki saate takılıyor gözleri. Tam saati alacakken, henüz can vermemiş olan şoför adeta yalvarıyor: 'Saatimi al, ama n'olur yardım et'
Bu musibet, günahkâra büyük bir tokat oluyor. Kalbinin derinliklerinde bir merhamet gizli olduğunu keşfediyor. Hayatının sonraki 7 yılında artık hiçbir soyguna kalkışmasa da, ölümü esnasında taziyesinin sönük geçmesine engel olamıyor.
*****
Van şehri, iki büyük depremle sarsıldı.
Kent büyük göçler verdi. Çok korkunç acılar yaşandı.
Azra bebeğin kurtarılmasıyla sevindik, Yunus'un kurtarıldıktan sonra hayatını kaybetmesiyle üzüldük.
Ama bu kentte günahkârlar dolaşmayı sürdürüyor.
Kara, kışa rağmen av bekliyorlar.
Yaralı halkımızın kolundaki saati çalmanın peşinde onlar.
Aldıkları ihalelere, bir yenisini daha katmak için, yetkililerin önünde düğme ilikliyorlar.
Hepsinin gülümseyişinde riyakârlık var.
Bizler yaramızın sarılmasını beklerken, yaramızdan kan emiyor onlar.
Gözümüzün önünde soygun yapıyorlar.
Yanlarına aldıkları birkaç siyasetçi sayesinde, saygın işadamı diye poz veriyorlar.
Van küçük, günahkârları iyi tanır Vanlılar.
Birkaç yılda bu kadar servet sahibi olmak için, ancak günahkâr olmak zorundalar.
Tamam, anlıyoruz, yaralı kolumuzdan saatimizi çalıyorlar; bari yardım çağırsınlar…
Zira henüz can vermedi Vanlılar; yaşamak için hâlâ umut var…