Kulağıma en “hüzün”lü şarkıları yükleyip bir sonbahar gecesine karışmak istiyorum…
Sessiz, sensiz, bensiz, bizsiz, soğuk bir yolda yürümek; üşüyen ellerim ceplerimde…
Dalgınca yürüyüp yerdeki kilit taşlara, asfalta bakıp seni hayal etmek istiyorum… Ulaşamayacağım bir şey olduğunu bilerek bizi…
Ama kulağımda hep “hüzün” olmalı… “Hüzün” beslemeli hasretimi, hüznün beslemeli durmadan akacak pınarlarımı… Ve herşeyden önce ben dâhil, senden başkasını düşünmeyecek kadar yalnız, gecenin bir vakti böyle umarsızca dolaşabilecek kadar korkusuz olmalıyım; geleceğimden emin olmadan herşeyi bırakıp boş verebilecek kadar cesaretli olmalıyım; sadece uçurumun kenarında kendimi güvende hissedecek kadar da çılgın…
Önce; “Hani o bırakıp giderken seni (beni), bu öksüz tavrını takmayacaktın…”ı kulaklarıma doldurarak evden çıkmalıyım, gecenin bilmediğim ama yalnızlığımı yalnızlığımla paylaşabileceğim o saatte…
Yanımda olduğunu hayal etmeyerek yürümeye başlamalıyım… Sonra burnumun direği sızlamalı ve “Hüzün” hoş gelmeli kulaklarıma ama yürümeliyim bomboş sokaklarda; sonbahar yapraklarını, eteğimi ve saçlarımı mutluluğa sürükleyeceğine söz veren, tatlı bir soğuklukla yanaklarımı üşüten yalancı rüzgâra kanmadan… İyice dalmalı ve dibe vurmalıyım bir gitarın en “hüzün”lü notasının yüreğimi acıtmasıyla…
“Hüzün” birkaç kez dönmeli kulaklarımda, gözümün önüne beynimdeki tüm karelerin inmeli, teker teker, veda edercesine… Ve yalnız sana odaklanmalı gözlerim, dünyada yalnız “sen” varmışçasına… İkimizin olduğu o son kare gözlerimin önüne geldiğinde ise uzun uzun bakmalıyım sana, her saç telini teker teker örercesine… Ama yolum bir parka rastlamalı bu sırada salıncakta her zamanki gibi hızlanıp gökyüzüne yıldızlarla o son karemizi çizmeliyim gözlerimle ve kulaklarım “Ölürüm Hasretinle” ile inlerken,pınarlarım son damlasına kadar boşalmak istercesine kavurmalı yüreğimi… Mutluluğundan başka bir şey istememem gerektiğini hatırlamalıyım sonra ve kulağıma “No One Else” gelirken tüm bedenim hıçkırıklara boğulmalı, boğazımı düğümleyen… Bu sırada kendimi silmeliyim o karede ve dünyanın en güzel kadınını çizmeliyim yanına… Yüreğim yanarken, o sana hayran bakışlarla bakmalı güzel gözleriyle; seni asla aldatmayacak, üzmeyecek bir sadakatle sana bağlanmalı, seni kendine bağlamalı… Ama asla kalbini kırmamalı ve bu kadın, seni hak edecek bir melek olmalı, kusursuz… Gökyüzünün berrak olduğu bu gecede gözlerim gidecek yeri olmayan en kara bulutları ağırlamalı, bir “sen” daha yok diye… Nefes alamamalıyım, yüreğim böylesine yanarken güldüklerime ağlamalıyım, yanımda sen yoktun diye… Sonra…
Sonra uyumalıyım oracıkta, rüyalarıma karışıp karşıma çıkmalısın, gözlerimi kapatıp “ben kimim” diye sormalısın arkamda gülümseyerek ve ben “sensin” demeliyim… Arkamı dönüp öylece yüzüne bakarak ağlamalıyım, gülen yüzüne bakarak… Ama nedenini hiç sorma, yüzünü de düşürme emi… “Sen” hep gül, gülümse öylece; ben de ağlayayım omuzlarıma yükleyebildiğim “hüzün”lerce… Ama “sen” … “Sen” hep gül emi…
“Sen”e Sevgilerle…
Ayşe Özkan
NOT: Bu yazıyı yazabilmem için bana verdiği ilhamlardan ötürü; “Veda Busesi” eseriyle Zeki Müren Beyefendi’ye, “Hüzün” eseriyle Gece Yolcuları’na, “Ölürüm Hasretinle” eseriyle Tuna Velibaşoğlu Beyefendi başta olmak üzere Seksendört’e , “No One Else” eseriyle K ve Cream başta olmak üzere LEE SeungChul Beyefendi’ye ve “MoreThan Blue” filmine emeği geçen herkese sonsuz saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.