İtirafların iyi tarafları vardır.
Hıristiyanlıkta itiraf konusu var malum.
Evvela Aziz Augustine yazmıştı İtiraflar adlı kitabını.
Felsefecilerden Rousseau da bir başkasını yazdı.
Sonrasında başka yazanlar da oldu.
Bir de savunma yazanlar var tarihte.
Eflatun’un Savunma’sı en eski savunma yazısı.
Sonra tarihte en iyi bilinenlerden bir Zola’nın Dreyfus savunması var.
Necif Fazıl da yazdı bir savunma.
Yazılan her savunmada Eflatun’a atıflar oldu.
Eflatun hocası Sokrat’ı savunmasını yapışını ve sonrasındaki olayları anlattı.
Sokrat Atina’nın zalimlerini rahatsız etmişti.
Atina’nın “at sineği” olmuştu.
Koca at sinekten rahatsızdı!
Hem masumdu hem cesurdu Sokrat.
Gücü de cüreti de buradan geliyordu.
Mahkûm olması bir ifade etmiyordu.
Biliyordu “mağara” ahalisinin hallerini.
Zindandan kaçması kurtulması mümkündü.
Kaçmadı.
Kaçarsa, kendini mahkûm edenleri haklı çıkacağını düşünüyordu.
Baldıran zehrini kendi eliyle içti.
Eflatun’un gözleri önünde, titremelerle öldü.
Cicero’yu öldürmekle kalmadılar.
Kafasını da kestiler.
Kafasından dilini de kopardılar.
Kopardıkları dile iğneler batırdılar.
Gönüle düşman olanlar, dile de düşmandılar.
Eski Yunan kadar Roma’da bu cinayetle anıldı.
Ebu Zer’i anlatmaya gerek var mı bilmem.
Muaviye’ye karşıydı.
Halife Osman’ın bazı uygulamalarına da karşıydı.
Edemedi, gitti çöle kendince sürgününü yaşadı, öldü.
Ebu Hanife’ye gelince, ona savunma bile yaptırmadılar.
“En büyük imam!” unvanı oldu: İmam-ı Azam.
Ebu Hanife’nin rehberi hakikatti.
Hem Emevilerin hem Abbasilerin zulümlerine maruz kaldı.
Saltanat sahiplerine boyun eğmedi.
Abbasi Devleti'nin ikinci halifesi Ebu Cafer Mansur Ebu Hanife'yi hapsettirip işkence ettirdi.
Yetmedi…
Ebu Cafer kendince “ulul emr” idi.
İmam-ı Azam zehirlenerek öldürtüldü.
Hallaç’ı, Nesimi’yi anlatmaya gerek zaten yoktur.
Ne Hallaç’ın ne de Nesimi’nin savunma hakları vardı.
Mitolojide Kassandra’nın sıkıntısı da böyle oldu.
Bir şeyler anlatıyordu, ama ikna edemiyordu.
Ne dinimde “itiraf” geleneği var ne de savunma yapmak niyetim.
Melamilerdeki tavrı benimsedim nicedir.
“Kime ne?” deyip geçmek de var; “Senin dinin sana, benim bana” demek de.
Yapmayacağım, ilk ve son kere izah etme çabasındayım.
Sosyal Medyanın SOS’ları
Sosyal ve sosyal medya ortamlarında neler olmadık?
Kâfir diyen oldu, dinci-yobaz diyen eksik olmadı.
Faşist diyen oldu; hain diyen de oldu...
Hak etmeden 'bilim adamı' olduk, 'üstat' olduk, zır cahil olduk.
Kocaman bir hikâye olduk; e zaten biz hikâye idik, masal olmak için varız.
Muhsin Yazıcıoğlu’nu o candan ve güzel varlığı için sevdiğim ve yâdettiğimden 'hain' ilan eden de oldu.
Mustafa Kemal'i anlama çabalarım oldu.
Yazdık. Ancak bu seferde, 'ulusalcı' oldum. Aptal oldum.
Marks her zaman yanlış değildi, dedim.
E, senelerce Komünizme küfrettik diye, Marks'ın her dediğini yanlış mı sayacağız?
'Dava' dedim, bu sefer de “tasavvufta dava yoktur!” diyen oldu.
Melamilik yazdım, şüpheler oldu.
Keşke Melami olabilseydim!
“Kime ne?” kendi başına yeterdi.
Filoloji okuduk diye, Tevrat ve Kur'an-ı Kerim’le ilgili karşılaştırmalı çalışmalar yaptık diye, yazdıklarımızı eleştirenler, kaçak güreşenler oldu.
Türkiye’de bir üniversitede dinci, faşist, diğerinde, yeterince 'bizden' olmayan bir varlık olduk. Bir başkasında, 'kalbi İslam’a' ısındırılanlardan oldum.
Dahası, yurt dışında hocalık yaparken, Müslüman-Türk olduğumuz için de 'alien' statüsünde idik. Hamdolsun!
Türkmenistan'da yeterince Türk olmadığımız da söylendi.
Türkmenler asıl Türklerdi. Hamdolsun!
Bosna'da çalışırken de Boşnakça bilmeyince, yeterince Boşnak olunmuyor!
Soyadı kurtarmıyor, yani!
Erdoğan'ı eleştirdiğimiz de AKP'lilerden, 'Erdoğan hain' değil deyince ülkücülerden,'ayrılmak istiyorsanız, ayrılalım' deyince PKK’lılardan saydıran da oldu.
Ve Meclisi, akademisi,dini ve etnik örgütleri ile aslında Kışla'da yaşıyoruz deyince de başka türlü eleştiriler aldık.
Ve her bir eleştiri de bana güzel şeyler kattı.
Hakikatin farklı tecellilerini görmüş olduk.
Ne İsa'yla, ne Musa'yla işimiz olmadı.
Eh biraz Hz. Muhammed sevdamız her zaman oldu.
Hz. Peygamber gönül vatanı, Türkiye milat vatanımızdı.
Ve fakat 'fikrin namusu' kalp ile beyin arasındadır.
Bacak arasında arayanlarla işimiz olmadı.
Ha unutmadan…
ABD'de bir uluslararası konferansta, Küreselcilik ve McDonald's konuşulurken, kalkıp “McDonald’sın anlamı ekonomik değil, kültürel ve hegemoniktir, Türk mutfağını yenemez!” deyince de 'tarihin gerisinden gelen' romantik sosyalist ve belki faşist olduk. Hamdolsun!
Unuttum, evet.
Rahmetli Erbakan'la ilgili hissettiklerimi yazınca, şüpheli bakışlar da oldu.
Zaten İHL sabıkasından dolayı filoloji camiası da bize pek ısınamamıştı.
Ve geriye yaslanıp Türk kahvesi içerken, düşündüm: Parti, cemaat ve siyaset ve hatta akademi ötesinde bir olaya bakmak, kışlalardan öte bakmaktı. Buna çıkar da eklenir.
Vatan'a küçük bir borç ödemesini askerlikle yaptık.
Ana hakkı ödenmez. Ama Aşı vuruyorlardı, sordum:“ne aşısı bu?”
Mantık dışarıda kalmalıydı!
Hâlbuki hiç bir bilimsellik iddiası olmadan içimizden atamadığımız hassasiyetlerle anlama çabası içinde oldum.
Ne tarihçiyim, ne ilahiyatçı.
Ne gazeteciyim, ne akademisyen.
İyi bir talebe olmak çabasından öte gayretimiz de olmadı.
İşte ona her zaman talip oldum. Hamdolsun!
Aklımızın erdiği, vicdanın tarttığı kadarıyla kendimizi, kalbin aklını, beynin aklıyla birleştirmek, Vatan'ın Türkiye'den ibaret olmadığını ve etnisiteler ötesinde, asıl bölücüklerin kadın-erkek ilişkilerinden dolayı kadına karşı yapıldığını ifade edince 'erkekten feminist olur mu?'
Ve aslında 'erkek'likten geçeli çoktu.
Feminist olmakla da mutluyuz.
Çabamız 'eril' varlık olmakta demirledi.
Kadınların 'feminist' olmaktan, feminist olmanın kocasız kalmak, partnere kin kurşunu olmaktan gitmediği zamanlarda feminist olmak da zordu.
Ve aslında hakikatin her bir parçasından nasibe düşeni almak güzel oluyor.
İyi ki öyle. Hamdolsun!
Durduğumuz nokta, öldüğümüz noktadır.
Sabit kalması gereken temiz bir kalp ile karıncalanması durmayan bir beyin olmalı.
İnsanız, alınıyoruz bazen, ama kim bize nasıl ithamda bulunmuşsa, bilsin ki hata bizdedir.
Bir yerde söylediğimiz şeyi her yerde söyleyemiyorsak anlamı yoktur.
İkilikle fikirde birlik olmaz, gönülde birlik olmaz, vatanda birlik de.
Üzdüğüm, kırdığım, doğru bildiğimi yanlış ifade ettiğimiz zamanlar olduysa, suizanna yol açtıysa af ola!
Bunları niye yazdım?
Ne itiraf ne savunma!
Helalleşme diyelim.
Helal olsun!
YOLCU’danmuhabbetle…