Fadime ARSLANALP


Kaç Paralıksın?

Kaç Paralıksın?



Viyana Türkiye arasında mekik dokurken envale olan beyinlerimizle Viyana sokaklarını arşınlarken, arabanın müzik çalarından birden bire İbrahim Sadri’nin 'Kuşlar' adlı şiiri kulağıma çalındı. Daha doğrusu ben kendimle ve çevremle olan muhasebenin bin bir çilesi içinde insanlara ve kendime sinirlenirken, arkadaşım şiire dikkatimi çekti. Şiirdeki bir cümle beni değişik âlemlere götürdü. 'Eskiden yollar bozuk, musluklar bozuk, ziller bozuk, paralar bozuktu ama insanlar sağlamdı' diyordu İbrahim Sadri. Bütün maddi şeyler bozuk ama dünyayı idare eden, ikame olmasını sağlayan ve devamını getirecek olan varlıklar, yani insanlar sağlamdı.

Daha bir kaç gün öncesinde de yine arkadaşım eskiden düşman da mertti, karşına ben senin düşmanınım diyerek mertçe çıkıyordu da ona göre davranışını düzenliyordun. Bu gün kimin dost kimin düşman olduğunu bilemiyoruz, düşmanlar da dostlar da namert demişti de bir damla gözümden akacak yaşı zor zapt etmiştim. Her şey beni yıpratmaya başlamıştı. İnsanlarla irtibat kurdukça hayal kırıklıkları birbiri ardına geliyordu. Bazen diyordum ki ben mi yanılgıdayım, yoksa insanlar mı değişti? Tekrar geriye dönüp hiç eskimeyen ilahi nizamın kitabına bakıyordum ve diyorum ki; 'Hayır insanlar ve dünya değişiyor. Değişen ben değilim. Bindörtyüz yıl önceki kitap hala 'dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir, dünyanın süsü, ziyneti sizi aldatmasın' diye haykırıyordu. İnsanlarımızın geldiği bu kötü noktayı söylemek bir zehiri yavaş yavaş yiyip, acı çekerek ölmekten beterdir.'

Dünya değişmiyordu, insanlar değişiyordu. Modern dünyanın sunduğu nimet ve hizmetler insanları şımartıyor ve güzel değerlerini kaybederek özüne Gâlu belada verdiği söze aykırı davranışlar yapmasına sebep oluyordu.

Sana yapılamasını istemediğini sen de başkalarına yapma diyen ahlakı öğüt rafa kalkıyor ve insanlar birbirlerini kırmak için adeta birbirleriyle yarış ediyor. Bu durum normal insan davranışları arasında sayılıyor, kalplerin kırılması değil eşyaların eskimesi ve kırılması önemseniyordu. 'GÖNÜL ALLAHIN TAHTI, ALLAH GÖNÜLE BAKTI. KIM GÖNÜL YIKAR İSE İKİ CİHAN BEDBAHTI' diyen Yunus Emre demode olmuş, 'seni kıranı sen de kır' diyen bu günkü kişisel gelişimciler baş tacı edilmişti. Üç kuruşa telafi edilebilecek eşyalar önemseniyor, milyonları versen de tamir edilemeyecek sırça saray gönlümüz tuzla buz ediliyordu. İnsanlar güvenden bahsederken, güvensizliklerini veriyorlardı. Çünkü söz sarf edilirken beden dili, onun aslında yalan söylediğini anlatıyordu. İlişkiler para ve menfaat üzerine bina ediliyor, arkadaşım, dostum, sırdaşım, kardaşım dediğin insanların birden bire neden sırtını döndüğünü anlayamıyordun. Para ve menfaat üzerine ilişki kurmak senin kitabında yoktu ey Evlâd-ı Osmanlı! Bu tabir ne zaman lügatimize girmişti kestiremiyordum. İnsanlar artık insanlığına değil, parana şapka çıkarıyordu. Paran kadar konuş diyen kaba sesler toplumda çokça gür çıkmaya başlamıştı. Arkanda ben varım, senin arkan sağlam. Çünkü senin arkadaşınım, sırtını sağlamlaştıranım diyen insanlar kelimenin tam anlamıyla dönek olmustu. Çünkü zaten arkadaş kelimesinin anlamını bilerek ve içine sindirerek seninle arkadaş olmamışlardı. Menfaatleri gereği senin yanındaydılar da sen bunun farkında değildin. Menfaatler çatıştığında da ilk önce gemiyi terk edenler onlar oluyordu. Tıpkı fareler gibi. Dünyaya ne oluyor derken, ne oldum delisi olan insanlar bütün güzel öğretileri dostluğu, arkadaşlığı, ahlakı, dürüstlüğü mertliği ve yiğitliği yerle bir ediyorlardı.

O zaman diyorsun ki 'yok arkadaş,yine dünya eski hamam,eski tas ,değişen insandır insan,boşuna dünya değişti diyerek kendini yorma. İnsan değişmezse dünya asla değişmez. Biz kendimizi değiştirmezsek kim bizi değiştirebilir ki... Biz kendimize çeki düzen vermezsek ,kim verebilir ki… Güzel öğretileri rafa kaldırıp,(ne matah bir şeyse) Avrupai tarzdaki kişisel gelişimi kendimize örnek alırsak ne kadar gelişebiliriz ki.? Veya bu kişisel gelişmişlik bizi ne kadar mutlu edebilir ki?'

Bir yabancı yazardan su sözü okumuştum ve gülmüştüm. Şimdi bunu bizim sözde aydın insanlarımız 'yabancı kaynaklı' olduğu için çok beğenir ve tutar diye. Hâlbuki binlerce yıl önceden bize dinimiz bunları söylemekte. Yine de zikretmeden geçemeyeceğim: Her gün sokağa çıktığınızda Tanrıya dua edin, karsınıza iyilik yapabileceğiniz bir insanı çıkarsın diye. Çünkü insanı sınırsız derecede ve uzun süre mutlu edebilen sadece bu iyilik yapma duygusudur. Beğendiğiniz bir arabayı alırsınız, bir kaç gün sonra bunun sevinç ve mutluluğu geçer veya beğendiğiniz bir elbise veya ev alırsınız bunun da verdiği mutluluk ve haz geçer. Ama iyilik yapmanın verdiği mutluluk ve haz geçmez, hele ecrini mutlak yaratıcıya havale ettiklerinizin asla.

Diyeceğim odur ki insanı insan yapan değerleri unutmayalım ve insan olalım. Herkes kötü olabilir ama ancak bazı insanlar iyi olabilir.