Elif NİSA


Kalbimiz Uyumasın

Kalbimiz Uyumasın


”Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir.' (Kaf Suresi, 22)

Kur’an’da, 'bir gün ya da bir günün birazı kadar' ifadesiyle, çok uzun zannedilen ömrün ne kadar kısa olduğunu açıkça belirtilir. Bu, Allah’ın haber verdiği çok açık bir gerçek iken, kısacık dünya hayatını mı, sonsuz cenneti mi tercih ediyorsunuz?

Bir liste yapıp bakın; dünya hayatında sahip olmak için çaba gösterdiğiniz ve zamanla eskimeyen, bozulmayan ya da çürüyüp yok olmayan bir şey var mı? Bu listeye ömrünüz boyunca bakım yaptığınız, görünümüyle övündüğünüz, herhangi bir özelliği nedeniyle gurur duyduğunuz kendi bedeniniz de dahildir.

Dünyada yapılanların hepsi bir gün yok olacak ve yalnızca Allah rızası için yaptıklarınızla Rabbin huzurunda hesap vereceksiniz. Ya hatanızı ‘o gün’ fark ederseniz?

Allah'ın sınırlarına uygun bir hayat yaşamaya karar verdiğinizde ya çok geç kalmışsanız?

İnsanın başının en büyük belâlarından biri gaflettir, ülfettir. Her ‘şey’e alışkanlık gözüyle bakmaktır. Ülfetin insanı sarmaması için özel bir gayret gerekir. Kendisini saran ülfeti delebilirse, insan imanî derinliğe kavuşabilir.

Gaflet, tüm uyarılara rağmen bunda ısrarcı olanları tarifi imkânsız, sonsuz bir azaba doğru hızla sürükler. Nefsinin bencil heves ve tutkularına tâbi olarak Allah’ı, gerçek görevlerini/sorumluluklarını ve ahireti unutan gaflet içindeki kişi, imtihan dünyası olduğunu göz ardı ederek sımsıkı sarıldığı dünya hayatının ardından, sonsuz yaşamına azap ehli olarak devam eder.

Gerçekleri anlamak ve uygulamak her insanın en önemli sorumluluğudur. Gaflette ısrar etmesi durumunda ise kişi, dünyadaki tüm canlılardan daha akılsız bir duruma düşer. Şeytan insana her şeyi; Allah’ı, imanı, sevgiyi, merhameti, ölümü, ahireti ve hatta kendisini unutturabilir. Bütün bunları unutan kişi, kendisine insan vasfı kazandıran bütün özelliklerini kaybeder. O zaman bitki bile ondan daha vasıflıdır.

İnsan şeytanın varlığını hiç unutmamalıdır. Şeytanı hatırladığında Allah’a ihtiyaç daha fazla olur. Çünkü şeytandan yalnızca O’na sığınılır.

“Varım” diyorsanız, bu çok önemlidir. O zaman ruhu terbiye etmek gerekir. Bedeniniz sürekli bakım yaptığınız, temizlediğiniz, aciz, vaktinizi alan bir şeydir. Bedeninize gösterdiğiniz özenin ve bakımın daha da fazlasını ruhunuza yapmanız gerekir.

Peygamberimiz(asm), “Gözlerim uyusa da, kalbim uyumaz” (Müslim, Müsâfirîn, 125) buyurarak kalbimizi uyanık tutmamızı hatırlatır bize.

Yaşımız kaç olursa olsun, hepimiz ölüme aynı yakınlıktayız. İnsanların bir taraftan ölürken, diğer taraftan yenilerinin dünyaya geliyor olması bizi gaflete düşürmemeli. Hiç doğan olmasa, sürekli ölümlere tanık olsak ve çevremizdeki insanların sayısı gittikçe azalsaydı nasıl panik olurduk. Geriye dönüp baktığımızda, yaşadığımız yılların ne kadar da çabuk geçtiğini düşünürüz. Yaşayacağımız yıllar da aynı hızla geçecek unutmayalım. Ki yavaş da geçse ölüm sonunda bizi bulacak... Zaten dünyanın nesi var insanı çekebileceği? Ecir toplamaktan başka…

Şuurumuzu açmalıyız. O zaman önümüze bambaşka bir perde açılacaktır. Son perdenin arkasının güzel olması için ise burada biraz çaba harcamalıyız. Şuur kapanıklığından kurtulup, ciddi bir çaba göstererek Allah'a yönelmediğinde, ateş ehli olmaktan kurtulamaz insan. Cehennemdeki şuursuzluk ve şaşkınlık ise daha da fazla olacaktır.

Kim bunda (dünyada) kör ise, o, ahirette de kördür ve yol bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır. (İsra Suresi, 72)

Ne kâinat ve dünya, ne bedenimiz, ne ruhumuz bize ait değilken, her şeyin gerçek sahibi olan için yaşamaktan daha mâkul ne olabilir? Bütün varlığımızı Allah’a vermemiz gerekmiyor mu? Dünya O'nun, ruh O’nun, bedenimiz de O’nun. Bahşettiği bütün nimetler için O'na yönelmemiz gerekirken unutmak, nankörlük etmek büyük bir gaflet hali değil mi? 

“Allah’ım! Tembellikten, yorgunluktan, hüzünden, korkudan, cimrilikten, gafletten, katı kalplilikten, zilletten, düşkünlükten, fakirlikten, her türlü belâdan, gizli ve açık kötülüklerden sana sığınırım. Kanaat etmeyen nefisten, huşu etmeyen kalpten, kabul olunmayan duadan, faydası olmayan amelden sana sığınırım. Ey Rabbim! Nefsim, dinim, dünyam ve bana verdiğin tüm nimetler hususunda, rahmetinden kovulmuş olan şeytanın şerrinden sana sığınıyorum. Muhakkak sen işiten ve bilensin...” (İmam Zeynü’l-Âbidin'in duası)