Batının özgürlük, eşitlik, insan hakları vs sadece kendisi için istediği artık bir realite. Üstelik bu hak ve imtiyazı elde edeceklerin sadece kendi bünyelerinden olması da yeterli değildir. Bunların aynı zamanda Batının paradigmalarını benimsemiş olmaları zorunludur.
Batı dediğimizde bunu salt coğrafi anlamda düşünmemek lazım elbet. Esasında Doğuya ait görülen İslam dışında kalan tüm coğrafyalar ve inanışlar Batının bölgesine girmektedir. Sözgelimi Lübnanlı bir Hıristiyan ve bir Müslüman’ın Batı nazarındaki konumu hiçbir zaman aynı olmayacaktır. Veya Ortadoğu işgalcisi İsrail aslında Batının kutbunu oluşturmaktadır gibi...
Batının insan algısı biz ve ötekiler olarak ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrımda önce inanç sonra etnisite yer alır. Batı, İslam medeniyetinin menbaını oluşturan kavramların çoğuna ancak 20. yüzyılda idrak etmişken bunu kendi keşfetmişçesine sahiplenmiş ve tüm dünyaya böyle pazarlamıştır. Bünyesini mevzu edilen kavramlarla öylesine ilintilendirmiştir ki bunların patentine kendisi sahipmişçesine bir algı ve düşünce uyandırmayı da başarmıştır.
Batının en başarılı olduğu husus reklam ve pazarlama kuşkusuz. Kendi kültürel kodlarını evrensel değerlere eklemleyerek haksız bir kazanım elde ettiği gibi bunu postmodern sömürgecilik amacı için kullanmaktan da çekinmemiştir.
İşte Batının bu bağlamda sahiplendiği en önemli kavramların başında eşitlik, özgürlük, insan hakları, adalet vs gelir. Global dünyaya kabul ettirildiğine göre Fransız Devrimi’yle neşv-ü nema bulan bu değerler manzumesi Batının kendi çaba ve girişimiyle icat ettiği ve dünyaya yaydığı değerlerdir.
Oysa tüm ilahi dinlerin kaynağını oluşturan söz konusu hakların uygulanması bilhassa Osmanlıda temerküz etmiş, pratiklik kazanmıştır. Osmanlının yüzyıllar boyunca süren dünya hâkimiyetinin kaynağını da bu uygulamalar oluşturmuştur.
Doğunun gücünü kaybetmesi, emperyalist Batının dünyanın yeni yöneticisi olması erdem dâhil tüm evrensel değerlerin Batı tarafından sahiplenmesi sonucunu doğurmuştur. Dünyanın yeni efendileri söz konusu kavramlar üzerinden ultra modern bir sömürü mekanizması kurmaktan, kendilerini ayrıcalıklı bir pozisyona taşımaktan çekinmemişlerdir.
Yeni dünya düzeninde biz ve ötekiler olarak bölümlenmiş bir düzenek oluşturmuş, her fırsatta dillendirdikleri insan hak ve özgürlüklerini kendilerinin mutlak ve tartışılmaz kazanımları olduğu fikrini benimsemiş/benimsetmişlerdir. Ötekiler için uygun gördüklerini ise pragmatizmin izin verdikleriyle sınırlamışlardır.
Batı, bu kavramlarla kendi ülkelerini, insanlarını korunaklı ve imtiyazlı bir konuma taşırken müstemleke zihniyetlerinin tezahürüne hizmet ettirmekten de imtina etmemişlerdir. Modern kolonyalizmi bu şekilde geliştirdikleri gibi envai çeşit ayrımcılığa gerekçe olarak da bu değerleri göstermekten çekinmemiştir.
Bu gerekçeyle Doğu talan edilmiş, insanlar öldürülmüş, evleri gasp edilmiş, toprakları taarruza uğramıştır. İkiyüzlü Batı, zincirlemeye gittiği insanları ‘özgürlük ve eşitlik getiriyoruz’ masalıyla kolaylıkla etkilemeyi başarmıştır.
Bunun en bariz ve somut örneği Orta Doğu’da görülür. Gasplara, istilalara, ölümlere bu kılıflar geçirilmiştir. Irak’a bu gerekçeyle yıllardır kan kusturulurken, aynı sebeplerle Filistinliler yokluğa ve vatansızlığa mahkûm edilmeye çalışılmaktadır.
Batı -nadiren de olsa- bünyesinden çıkan, gerçeği fark etmiş vicdanlı seslere dahi tahammül edememiş, onları susturmaya/görmezden gelmeye çalışmıştır. Bunları kendi insanına layık gördüğü hak ve hürriyetten yoksun tutmaktan hiç de rahatsızlık duymamıştır. Rachel Corrie’nin öldürülmesi ve sonrasında Batının takındığı umarsız tutum, iddiamızı destekleyecek en canlı delildir.
İnsanların değil belki ama insanlığın öldüğü bir dönemde dünyaya gelmişti Rachel Corrie hepimiz gibi. Egemen güçlerin, özgürlük hatta yaşam hakkını sadece kendileri gibi düşünenlere ait kıldıkları bir dönemde. Lakin Rachel, Batının özgürlük ve eşitlik iddialarının bir masal olduğunu anlatma, bu gerçeği kızarmayan yüzlere çarpma misyonunu yüklenmiş gibiydi.
23 yaşındaki genç bedenini buldozerlerin önüne sererken Batının korkunç iştiha ile Doğuyu tüketmeye çalıştığını göstermişti aslında. Batının çifte standardını, kendi dışındakini yok sayan anlayışını resmedebilmek için kurban olmaktan çekinmemişti. Hak ve hakkaniyetin dini, dili, cinsi, yaşı, milleti olmayacağını ispatlamıştı!
“Bugün ölürsem kuşları susturun, bugün ölürsem bırakın pirinç kafeslerinin parmaklıklarının arasından gözlerini dikip annemin ağlamasını izlesinler. Saatlerin dümdüz suratlarını siyah kumaşla örtün ve alarmları kapatın. Derenin çamurlu suyunu da susturun. Fısıldayın dereye ‘o öldü, o öldü!” diyerek vasiyetini, arzusunu bırakıp sonsuzluğa doğru yol almaktan çekinmemişti Rachel!
Hâlbuki biz bugün, “Rachel ölmedi ve annesiyle birlikte biz de ağlıyoruz. Kuşlar bizleri de seyretsin kafeslerinden!” diye ünlüyoruz.
Kuşları susturduk Rachel, bundan hiç endişen olmasın…
Sabiha Doğan
twitter.com/sabihadogann