Sizin hiç gönül aynanız geldi mi ? Gökyüzünü taşıyarak pınarlarında ...Sizin hiç hisdaşınız geldi mi efendim? Gönlünü sığdıramadığı bavulunu bir çırpıda saçarak..gözlerinin kahvesini tüketirken dünya denen ne idi-ü belirli huzursuz meşgale ,çelimsiz bedenini kollarınıza salarak…
Kışın gelişini dört gözle bekleyen bir çocuğun beyaz düşünü pencereye takması gibi,taptaze dikilen tohumun can suyunu beklemesi gibi…Sizin hiç vuslata merdiven dayayıp basamak sayan bir dostunuz oldu mu ?Gelişiyle tastamam oluverdiniz mi mesela ,buluverdiniz mi en çetin suallerin cevaplarını ,ya söylediniz mi gönlünüzden süzülen eşsiz şarkınızı …
Benim bugün kardeşim geldi efendim… Diyar-ı gurbetde ki medarı tesellim... Oturdumu bir sofraya hakkını verir muhabbetin. Fırtınaya tutulunca fikir çarkımız güneşe selam etmemek ayıp olur.Zamansız ve mekansız kalıveririz takvimin avuçlarında …
Bu kez hayret makamında sorguladığımız “Hayatın Anlamı”... Sahi yüzyılladır bilim insanlarının ,filozofların düşünce ürünü ,yaşama gayesi ne olmalıydı? Sizi her sabah sıcacık yatağınızdan fırlatan şey nedir? Göğsünüzde güneş gibi parlayan tükenmez meşale nerden? Hakikaten seviyor musunuz bu hayatı böyle delicesine ? ... Şair kulağıma fısıldıyor yıllara meydan okuyarak “Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya, boşalan bir deniz gibi. Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu. Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme, alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar. Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda , insanların koşup dolduğu bu dar yapılarda ,bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar ,biz bunun için mi geldik ?”Ne çıldırtan bir soru...arayan ,soran ,aklını işletip kalbini söyleten elbet kolayca verir cevabını .
Ayaklarımız şöyle dursun, tek bir tuşla aklımızı sallayıp, kalbimizi kaydıran bir çağın içinde fikir çilesi çekmek, dalgın ve dağınık yaşamaktan daha cazip gelmiyor. Ucuz zevkleri kıymettar dertlere tercih ederek , vicdan ve idrakimize taktığımız pembe gözlüklerimizle beğeni topluyoruz .Isırgan otunun şifasından olup ,akasyanın kokusuna vuruluyoruz. Öyleyse bakan fakat görmeyen, dokunup hissetmeyen bir yapay zeka gibi yaşamış farz edelim kendimizi…
Sizin hiç kardeşiniz gitti mi? Yanıtsız suallerin pençesi bağrında, rahmeti kuşanıp omuzlarına , dualarını ceplerinize bırakarak …
“şehrin ve herşeyin ve kalabalığın yorgunluğunda saçların ve parmakların ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında ve aynaların sığ görünümünde bunalıyorum…”
“Susmanın kalesine sığınıyorum,
Önümde karanlıktan duvarlar ,
Sırtımda insan yüklü bir gök var…”